32. BÖLÜM
“IŞIKLAR SÖNDÜ”
Hazer on bir yaşında.
Ve en yakın arkadaşı yalnızlığı.
Büyük acılar büyük gürültüler çıkarır ama bağıramazsın bazen, susarsın. Konuşamazsın, bakarsın. Anlatamazsın, sır gibi saklarsın. Büyük acılar büyük gürültüler çıkarır, nehirler gibi coşar, denizler kadar hırçın olur, boyunu aşıp seni yutar...
Baba, içimdeki en gürültülü acı senin sevgisizliğin.
"Onu hırçın bir çocuğa çeviriyorsun," diyordu annesi koridorun ucundaki yatak odalarında. "Onun gözünün önünde sürekli Adem'i seviyorsun, bunu gördükçe gözü dönüyor, fevri hareketlerde bulunuyor. Okulda kavga ediyor diye onu suçlama, bunun sebebi sensin."
Sırtını koridor duvarına yasladı ve karanlıkta görünmeyeceğini düşünerek yumruklarını sıktı. On bir yaşındaki bir çocuğun yumruğu ne kadar sıkılabilirse sıktı ve en yakın arkadaşının, yalnızlığının içine iyice sızarak gözlerini o kapıya dikti. Annesiyle babası hep tartışırdı, bu yeni bir şey değildi ama en son tartışmalarında babası ilk kez annesine tokat atmıştı ve bu yüzden Hazer burada dikiliyor, babası bir şey yaparsa annesini savunmayı bekliyordu.
"Saçmalama Bahar," diyordu babası, sesi oldukça umursamazdı ve Hazer babası tarafından umursanmadığıyla ilk kez yüzleşmiyordu. "Senin oğlun kıskanç! Adem'e düşmanı gibi bakıyor, görmüyor musun? Çocuğun oyuncağını kırdı!"
"Adem'i seviyor," diye savundu annesi Hazer'i. Kendinden emindi. Hazer hızlıca başını salladı, Adem'i gerçekten seviyordu. "Kıskanması çok normal çünkü sadece Adem'e oyuncaklar alıp sadece onunla oynuyorsun! İşten geldiğinde ne zaman Adem'e değil de Hazer'e sarıldın? Geldiğin gibi Adem'i kucaklıyorsun, çocuk orada oturup sizi izliyor. N'olur artık gör şunları! Çocuk ruhsuz birine dönüşmeye başladı, yüzü gülmüyor! Senin yüzünden Hazer'i kaybedeceğim!"
"Adem, sen ve oğlun yüzünden annesiz kaldı," diye bağırdı babası ve sesi koridora taştığında Hazer, yüreğinin bir elin içinde yandığını hissetti. "Hazer'in bir şeye ihtiyacı yok, annesi de babası da burada. Adem'e annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyorum, abartıp durma."
"O kadına gidemediğin için Hazer'i suçlayıp duruyorsun, bu yüzden bilerek onun canını acıtıyorsun. Nasıl babasın sen?"
"Bahar, çık git şuradan," diye kükredi babası, bu sefer sesinin üst kattan bile duyulacağını düşündü Hazer. "Elimden bir kaza çıkacak."
"Eğer Hazer'i senin yüzünden kaybedersem," diyordu annesi, sesi bu sefer titremişti. Hazer'in yüzündeki ifadesizlik parçalandı, annesinin ağlamasına yüreği nasıl dayanırdı? "O zaman asıl benim elimden büyük bir kaza çıkacak!"
Babası hiçbir şey demedi ve annesinin hıçkırığı, büyük bir dağ gibi Hazer’in omuzlarına yıkıldı. Acıyla kırışan alnını duvara sertçe vurarak koşup annesine sarılmamak adına arkasını döndü ve ses çıkarmadan merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıktığında Adem'i salonda, çizgi film izlerken gördü ve durup ona baktı. Gülüyor, her şeyden habersiz kahkahalar atıyordu. Hazer onu izlerken gülümser gibi oldu, Adem'i seviyordu ama elinde olmadan kıskanıyordu da.
"Abiciğim, sen de gelip izlesene." Onun sesini duyduğunda güçlükle birkaç kez yutkundu ve sevgi dolu gözlerine birkaç saniye baktıktan sonra kafasını iki yana salladı. Adem dudaklarını büzdü ve Hazer ona göz kırparak kendi odasına çıkan merdivenlerin yolunu tuttu.
Odasının kapısını açtığında durdu ve onun çalışma masasına oturmuş, on iki yaşındaki erkek kuzenine baktı. Kendisinden biraz daha iri, yaramaz bir çocuktu ve Hazer onunla hiç anlaşamazdı. Kapısını sertçe kapattığında Ferhat oturduğu tekerlekli koltukla dönerek eğlenen yüzle Hazer'e baktı. "N'aber kuzen?"
"İyi," diyerek geçiştirdi Hazer onu, pek konuşmak, onunla oynamak istemiyordu. Yatağına ilerlerken Ferhat'ın parmakları ucunda tuttuğu kâğıdı gördü. “O ne? Bırak kâğıdımı!"
"Sakin ol," dedi Ferhat, yamuk bir sırıtma eşliğinde. "Masanın üzerinde çizimi görüp merak ettim, baktım. Bir kız çizmişsin, sapık mısın oğlum sen?"
Ferhat'ın kahkahalara boğulduğunu görürken sırtından akan bir ürperti hissetti ve gözleri öfkeyle karardı. O çizim kendisine özeldi, kimsenin görmemesi gerekiyordu. Hızlı adımlarla Ferhat'ın üzerine yürürken, "Ver şunu," diye bağırdı avazı çıkana kadar. "O benim hayalimdeki kız."
"Mal mısın oğlum sen?" Ferhat bu sefer daha derin kahkahalar atıyor, Hazer'se bu kahkahalardan tiksindiğini hissediyordu. Uzanıp almaya çalışırken Ferhat da kâğıdı ondan uzaklaştırarak yüzüne yüzüne gülüyordu. "Bir de kıza çiller çizmişsin, çok güzelmiş gibi. Senin suratında var diye herkesin suratında çil mi olacak sanıyorsun sen? Upuzun saçlar çizmişsin, kesin öyle sevgilin olur senin! Çillere bak ya..."
Ferhat kahkahalarıyla evi inletirken Hazer onun söylediklerine tahammül edemeyerek kontrolden çıktı. Ferhat'ın boşluğundan yararlandı ve bir anda dişlerini onun koluna geçirerek sertçe ısırdı. Ferhat'ın dudaklarından acı dolu bir çığlık kaçtı ama Hazer henüz tatmin olduğunu hissetmiyordu. Ferhat haykırarak elindeki kâğıdı düşürdü ve ondan uzaklaşmaya çalışarak tepindi. Hazer yere düşen kâğıda baktı ve hayalindeki kızı görürken dişlerini var gücüyle Ferhat'ın omzuna bastırdı.
"N'oluyor lan burada?"
Ferhat'ın gözünden dökülen yaşları gördü ve bir an sonra sertçe geriye çekildiğini hissetti. Kalçasının üzerine düştüğünde Ferhat'a nefret dolu bir bakış atıp onun hıçkırıklarına kulak vermeden yerdeki kâğıda uzandı. Kâğıdı düzeltirken babasının onu hâlâ ensesinden tuttuğunu hissediyordu. "Yine mi rahat durmadın?" diye bağırıyordu ona, Ferhat'ın şikâyet ve bağırtıları arka planda kulağına gelirken. "Sen şimdi görürsün."
Hazer yerden kalkmaya çalışarak kâğıdı cebine koyarken, "Bırak beni!" diye bağırdı ama bu babasını öfkelendirmekten başka bir şey yapmadı.
"Gözü dönmüş bunun amca, köpek gibi ısırdı beni. " Ferhat'ın gözlerinden yaşlar boşalıyordu. "Hiçbir şey yapmadım ben, durduk yere ısırdı beni!"
Hazer ona ortaparmağını kaldırdı.
"Amca bak, bak ne yaptı!"
Babası onu kazağının arkasından tutarak kaldırdığında Hazer canının yanacağını fark etti ama bunu hissiz bir şekilde karşıladı. Babası bağıra bağıra söylenerek onu odasından çıkarırken Hazer kâğıdı cebine koymanın rahatlığıyla gülümsedi. Babasından yiyeceği azar veya dayaklar artık canını o kadar yakmıyor, sadece ruhunda derin, çok derin kuyular açıyordu. Annesinin telaşla merdivenleri çıktığını duydu ama babası annesini umursamadan kendisini sokak kapısına doğru sürükledi.
"Bırak çocuğumu, n'apıyorsun?" diye bağırdı annesi.
Üzülme anne, artık o kadar acımıyor, demek istedi Hazer. Çünkü hissetmiyorum.
Babası onu sokak kapısından dışarı âdeta sürükledi. "Akıllanması, iyice bir korkması lazım bunun."
Babası onu evlerinin geniş bahçesinde arkaya sürüklerken Hazer buraya neden çıktıklarını anlayamadı ama babasının vereceği her cezaya göz yumacaktı. Ağlamayacak, bağırmayacak, onu sevindirmeyecekti. Köşeyi döndüklerinde babası onu fırlatır gibi yere bıraktı ve az ilerideki köpek kulübesine yürürken bağırdı. "Sen şimdi görürsün ısırığı..."
Bahçelerinde, kulübede yaşayan bir köpek vardı ama o köpek o kadar iri ve büyüktü ki Hazer hiç yanına yaklaşamazdı. Neredeyse babasının cüssesi kadardı ve ağzından sürekli salyalar akıyordu. Vahşi bir köpekti ve babası onu aç bırakıyor, uslandırmaya çalışıyordu. Birkaç kez köpek için üzülmüştü, babasının sevgisine muhtaç olmak iğrenç bir şeydi. Babası kulübenin kapısını açtığında Hazer kalçasının üzerinde geriye kayarak sertçe yutkundu. "Fer... Ferhat kaşındı, durduk yere ısırmadım ben onu."
Kulübenin kapısı tamamen açıldığında Hazer iri, simsiyah köpeği gördü ve nefes almayı unuttu. Çok çok büyük ve korkutucuydu. Hazer koşmak, kaçmak istedi ama dizleri tutmuyordu. "Atayım mı seni bunun önüne, he? Isırılmak neymiş görürsün o zaman."
"Beni her gün ısıran bir köpekle yaşıyorum zaten," dedi Hazer, korkusuz görünmeye çalışarak. "Hatta şimdi ona bakıyorum."
"Sen..." Babası, kendisine hakaret ettiği için dehşete uğraşmış, gözlerini iri bir biçimde açmıştı. Hazer artık sevgi dilenmiyordu, başkaldırıyordu ve babası bunu ilk kez fark etmişti. Hazer'i tuttuğu gibi köpeğinin önüne sürükledi. "Nankör, gör şimdi gününü."
Hazer bilinçsiz halde, buz kesen bir suratla başını iki yana savurarak ıslak toprağın üzerinde geriye kaçmaya çalışırken köpeğin gerinerek kulübeden çıktığını gördü ve korkuyla soluğunu tuttu. Köpek patilerinin altındaki toprağı aşındırarak gelirken Hazer'in gözleri yuvalarından çıkacak gibi oldu ve gözleri dolu dolu baktı. Annesinin koşarak geldiğini ve bağırdığını uzaklardan duyuyor gibiydi. Bir köpek ısırığı canını ne kadar yakardı? Herhalde babası kadar yakmazdı. O zaman dayanabilirdi değil mi? Ama... çok büyüktü, dişleri kolunu bile kopartabilirdi. Tepinerek geriye doğru kaçmaya çalışırken köpeğin o simsiyah gözlerinin içinde kendi yansımasını gördü ve korkuyu iliklerine kadar hissetti.
Aynı anda babasının kahkahası bahçede çınlayarak sık ağaçların arasında kayboldu. "Korkudan altına mı işedin lan? Yedirmeyecektim be oğlum, ne korktun..."
Hazer şaşkınca gözlerini önüne çevirdi ve krem renkli, keten pantolonunun önündeki koyulaşmayı görerek utanca boğuldu. Babasının kolunu bıraktığını, köpeği kulübeye tıkıp güldüğünü duyarken annesinin çıplak ayakları bakış açısına girdi. Ardından bedeni annesinin kollarıyla buluştu. Hazer kıpkırmızı kesildi, annesine bile bakamıyordu. Bu utancın içinde boğuluyordu, annesinin bunu görmesine izin veremezdi! On bir yaşındaki birisi nasıl altına kaçırırdı? Annesinden uzaklaşmaya çalışarak utançla ellerini yüzüne kapattığında annesi onu daha sıkı sardı ve Hazer o an kaçmak yerine sığınmayı seçti. Başı annesinin göğsüne yaslandı ve gözyaşlarını annesinden başka kimse görmedi. Hayat böyleydi işte. Kendisi babasından korkup annesine sığınırken aynı dakikalarda başka evdeki bir kızın da annesinden korkup babasına sığındığını bilmiyordu.
Üstelik yüzünde çilleri olan bir kızın.
🌘
Dünya ayaklarımın altından o kadar sert çekildi ki ters düz olduğumu hissettim.
Derimin altındaki kemiklerimin sızlanışını, bir şarkının benimle alay eder gibi çalışını işitiyordum. Çalıyordu o şarkı çünkü kalkıp dans edemeyeceğimi biliyordu. Alay ediyordu sanki benimle, gülüyordu... Acı, kaburgalarımı ayırarak vücudumun her yerine girmenin fırsatını kolluyor, zihnim bulanıyordu. Gözlerim kapalıydı ama ne uyuyabiliyor ne de ölebiliyordum.
Sarsıldığımı hissediyordum ama gözlerimi açmayı başaramıyordum. Bedenim sert bir yüzeyin üzerinde süratle taşınıyor, gözkapaklarımın üzerine bir karanlık bir de ışık düşüyordu. Hatırlayabildiğim son an, Hazer Han'ın bana doğru koştuğu o andı. Bana koşmuşsa ve biz sarıldıysak... bu acı nereden geliyordu? Hazer'e varmak bu kadar acı verici olmazdı, mutluluktan bir kadeh almak olurdu.
Neredeyim? Ne yapıyorum? O araba... ne yaptı bana?
Tenimin neredeyse her yerine yayılmış bir şeyle mücadele ediyor, ona direniyordum. Burada, bu karanlıkta yalnız olmadığımı bilmem gerekiyordu. Son kez açmam gerekiyordu gözlerimi, ona uzanmam...
Ve o an biri elimden tuttu. Size yemin ederim gökyüzündeki tüm yıldızları görsem bu kadar mutlu olmazdım.
Ama sonra… her şey tekrar karanlığa büründü.
🌘
Hafifletse keşke şu yüreğimdeki ağırlığı sadece elimi tutarak. Gözlerimi kapattığım için kararsa yalnızca dünya ama hiç karanlığa bürünmese keşke... Tonlarca ağırlıktaki acılar vücudumu yere bastırırken ayağa kalkmayı başarabilsem keşke.
Bu sefer gerçekten uyandığımı hissediyor, kendimde gözlerimi açacak kuvveti bulabiliyordum. Vücudum uyuşmuştu, sırtım terlemişti ve üzerimde beni sıkmayacak, rahat bir kıyafet vardı. Cihazların sesini duyuyordum ama bunun dışında tek çıt çıkmıyordu. Yanımda birinin olup olmadığını anlamamıştım. Hastanedeydim, olayın üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama vücudum biraz dinlenmiş gibiydi. Ağzım çok kuruydu, dilim damağıma yapışmıştı. Elimi kaldırmak, etrafı yoklamak istedim ama koluma bir şey bağlıydı, hareket ettiremiyordum.
"Haz... Hazer."
Bir hareketlilik hissettim ve gözlerimi açmaya çalışırken, "Ah, benim güzel kızım," dedi tanıdık ses hemen yanı başımda. "Rüya mı görüyor acaba? Hazer'i sayıklıyor..."
Bahar Teyze.
Buradaydı, hemen yanımdaki sesini duyuyordum. Parmaklarımı kıpırdatırken Hazer'i görme ihtiyacıyla gözkapaklarımı kaldırmaya çalıştım. İlkinde başarılı olamadım ama Hazer'i görme isteği o kadar baskındı ki ikinci kez denediğimde gözlerimi açtım. Işık... Beyaz ışık karanlığa alışmış gözlerimi yaktı ve dudaklarımdan bir sızlanış çıktı. "Ah uyandı! Vallahi uyandı! Mila, beni duyuyor musun güzel kızım?"
Gözlerimi kırpıştırıp puslu görüntüyü temizlediğimde Bahar Teyze'nin yüzünden akan yaşları gördüm. Mutluluktan mı ağlıyordu acaba yoksa kederden mi?
"Duyuyorum," dedim, konuşurken boğazım acımıştı. "Bahar Teyzeciğim, ağlama lütfen..."
"Mutluluk gözyaşları bunlar kuzum."
Gözlerimi etrafa çevirdiğimde bir hastane odasında olduğumu gördüm. Geniş, konforlu bir odaya benziyordu. Beyaz boyalı duvarlar etrafımı çerçevelemişti, karşımda bir televizyon vardı ve içeri giren güneşe bakılırsa sabahın erken saatiydi. Bir yanımda makine vardı, seruma bağlıydım ve elimin üzerinden kablolar uzanıyordu. Nefes almak göğsüme dikenli bir çit çekmeye benziyordu. Başımı sol tarafıma çevirirken Bahar Teyze'nin konuştuğunu duydum. "Şükürler olsun iyisin, çok korkuttun hepimizi! Hele Hazer'i... Çocuğum günlerdir aklını kaybetti..."
Bahar Teyze’ye kulak veriyordum ama onu duyamıyordum.
Çünkü... Hazer'i görmüştüm.
Orada, koltukta oturuyordu ve bir ruh gibi bana bakıyordu. Üzerinde gri tişört ile kot pantolon vardı ve dirsekleri dizindeydi. Güneşi arkasına almış olmasına rağmen yüzü parlıyordu. Beti benzi atmıştı. Suratında tek mimik yoktu. Sadece... titriyordu. Omuzlarından itibaren vücudunun her yeri titriyordu ama kalkıp yanıma gelmiyordu. Yorgunca ona gülümsediğimde Hazer şükürler olsun tepki verdi ve gözlerini dudaklarıma kaydırdı. Neden yanıma gelmediğini düşünürken Hazer'in gözlerinin içi kıpkırmızı oldu ve ani şekilde ayağa kalkıp bana arkasını döndükten sonra gözlerini ovuşturdu.
Hayır, lütfen...
"Hazer?"
Sesim kısık, cansızdı ama onun kulağına gittiğine emindim. Omuzları kasıldı ve ardından ellerini yüzünden sertçe çekerek yutkunduktan sonra omzunun üzerinden bana döndü. Gözlerimiz karşılaştı ve o gözlerin kıpkırmızı olduğunu görmek, kalbimde bir yara açtı.
"Güzelim?"
Parmaklarımı ona uzattım. "Yanıma gel."
Yaklaştıkça ne kadar yorgun, ne kadar bitkin göründüğünü fark ettim. Saçları darmadağınıktı; düşünüp dururken saçlarını çekiştirdiğine yemin edebilirdim. Yatağımın ucunda durarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve bir elini yastığımın sol tarafına koyarak, "Binlerce kez şükürler olsun, uyandın," dedi, gözlerini telaşla büyütmüştü ve yüzümü dikkatle izliyordu. "Nasılsın Mila?"
Çok endişeli, tedirgin ve... korkmuş görünüyordu. Bunları anlamak zor değildi. Bahar Teyze'nin genzini temizlediğini duydum. "Ben doktoru çağırayım," dedi ve adım sesleri duyulduktan sonra kapı kapandı. Gözlerimi yorgunca kapattım.
"Hazer..."
"Yorma kendini," dedi hızlıca. Elinin ayağına dolandığını hissediyordum. "Doktor gelsin, ne durumda olduğuna baksın tamam mı? Ama gözlerini kapatmasan... Çok korktum çünkü gözlerin kapalıyken..."
Kaygılarla dolu ruhunu hissediyor, onu yatıştırmak istiyordum. Gözlerimi bir kez daha açıp onun amber renkli gözleriyle karşı karşıya geldim ve mevsimi gelmiş gibi düştü kalbime hüzün duygusu. "Shakespeare demiş ki..." Öksürdüm ve elimi ona uzattım. "Gözyaşları ile yıkanan yüzden daha temiz yüz olamaz."
Elimi yüzüme koydum, nemli kirpiklerini hissettim.
Hazer sertçe genzini temizledi ve derin bir nefes aldı. "Doğrulmak ister misin?"
"Por favor."
Elini uzatıp nazikçe başımın arkasına koydu. Ağrı ve sızılarım vardı fakat yatmak istemiyordum. Biraz suya ihtiyacım vardı, ağzımı ıslatmak istiyordum. Hazer'in eli nazikçe enseme yerleşti ve parmaklarım uzanıp yardım için onun tişörtüne yapıştı.
"Hazer?"
"Efendim?"
"Üzerinde hâlâ aynı kıyafetler var."
Hiçbir şey demedi, ben de bir daha sormadım. Hazer beni yavaşça doğrulturken gözlerimi yüzünden çekemedim. Bir diğer elim hatırladığım şeyle hemen boynuma uzandı ve şükürler olsun ki kolyem oradaydı. İlham perisi. Rahatlayarak tekrar ona baktım.
"Gözünü kapatma tamam mı?"
Dudaklarımı kıvırdım. "Kapatmam."
Başını salladığında gözlerim üzerime düştü; bir hastane kıyafetinin içindeydim ve üzerimde bir pike vardı. Kalçamı geriye doğru çekerken Hazer elini omzuma yerleştirdi.
"Gözünü seveyim yavaş ol Mila! Sen hareket ettikçe sanki benim vücudumun her yeri acıyor…"
Bu evhamını, tedirginliğini anlıyordum ama iyiydim. Başımı hafifçe çevirip tişörtüne daha sıkı yapışarak espri yapmaya çalıştım. "Gözlerimi nasıl sevebilirsin ki? Eline alamazsın sonuçta."
"Bir öperim gözlerinden, görürsün," dedi yastığımı düzeltirken.
Yanaklarım kızardı ve sırtımı yastığa bırakarak kollarıma baktım. Hastane kıyafetinin geniş kolu düşmüştü ve kollarımın... ne derece morarıp ezildiğini görebiliyordum. Vücudumun her yanı böyle olmalıydı. Arabanın çarpmasını hatırlayarak ürperdim ve gözlerimi korkuyla yumdum. Tanrı'ya şükürler olsun ki yaşıyordum.
"Mila, bu eziklerin, morlukların hepsi geçecek," diye fısıldadı Hazer, eli bileğimden yukarıya tüy yumuşaklığında ilerleyerek yaralarımın üzerine dokundu. "Kalıcı hiçbir hasarın yok ama... bana bir şey oldu Mila. Gözümü kapattığım an o anı yaşıyorum, bu yüzden gözlerimi kapatamıyorum… Karanlıktan korktuğunu söylüyordun, seni o kadar iyi anlıyorum ki..."
"Hazer," dedim tüm şefkatimle. "Ben iyiyim. Çok talihsiz bir kaza yaşadım ama Tanrı'ya şükürler olsun ki yaşıyorum! Hatta kalkıp burada seninle dans bile edebilirim, o kadar iyiyim!"
Coşkulu bir sesle konuşmuş, hüznünü yatıştırmaya çalışmıştım. Aslında o kadar iyi değildim. Hazer yutkundu ve gözleri bir an için vücudumun aşağısına, bacaklarıma kaydı. Hemen ardından tekrar gözlerime bakarak, "Mila, sana nasıl yetişemem…" dedi. Kalbinin parçalandığına yemin edebilirdim. "Affet beni n'olur! Çok hızlıydı Mila! Yemin ederim zaman olsaydı kendimi o arabanın önüne atar seni iterdim! Yapardım Mila! Biliyorsun değil mi? Senin ayağına taş değse benim kalbim parçalanır."
“Bilmez miyim, biliyorum tabii.”
Elimi yakasından çektim ve uzanıp gözlerimdeki nemi silerken Hazer de kolumu yavaşça kucağıma bıraktı. Hafifçe doğruldu ama benden uzaklaşmadı.
"Ne zamandır uyuyorum?" diye sordum, boğazım hâlâ acıyordu.
"Üç gündür," diye yanıtladı beni ve dağınık saçlarımı yavaşça omzumun arkasına koydu. "Beyin kanaması geçirme riskinin yüksek olduğunu söyledi doktorlar, bu yüzden ağır gözetim altındaydın. Birkaç kez uyandın, sayıklayıp tekrar uykuya daldın. Vücudunda ezikler olduğu gibi... çatlaklar, kırıklar da var. Arabanın önüne vurup ardından yere düşmen düşüşünü yavaşlatmış.[HT1] [ET2] Organlarına bir şey olmuştur diye çok korkmuştum ama kalıcı hiçbir hasarın yok."
O araba, kaza anı... Öyle hızlı ve beklenmedik olmuştu ki tüylerimi diken diken ediyordu.
"Annemin beni sevdiği rüyalar gördüm, çok hoşuma gitti; biraz daha uyuyabilir miyim? Belki bir daha görürüm…"
Ona, Bir daha seni öpmeyeceğim, demişim gibi suratı asıldı. "Anneni rüyanda görmek, beni görmekten daha güzelse tabi ki uyu Mila."[HT3] [ET4]
Sesi içten olsa da ona haksızlık ettiğimi hissederek telaşa kapıldım. "Hayır mi amor, uyumayacağım."
"Sanki uyumana izin verirdim de..."
Mırıltısına tebessüm ederek dudaklarımı ıslattım. "Rica etsem bana biraz su bulabilir misin?"
Hareketlendi ve hemen yanımda duran sürahiyi gördüm, masanın üzerindeydi. Sürahideki sudan biraz bardağa koydu. "Senin için başka ne yapabileceğimi söyle."
Suyu elinden alıp birkaç yudum içtim. "Çok yardımcı oluyorsun, teşekkür ederim."
Bardağı avuçlarına geri bırakırken tuvalet ihtiyacımın geldiğini hissederek yüzümü buruşturdum. Hazer bardağı bıraktıktan sonra elini ensesine atarak gergince bakışlarını etrafta dolaştırdı. Elimi karnıma bastırdım. "Hemşire ne zaman gelir, lavaboya girmem gerekiyor da."
Hazer kasıldı. "Altına yap."
"Hı?"
Kafasını iki yana sallayarak, "Affedersin," dedi. "Hemşire şimdi gelir sanırım."
Bakışlarımı etrafta gezdirdim ve bir kapı gördüğümde oranın lavabo olduğunu düşündüm. Vücudumda ağrı, çokça sızı vardı ama Hazer yardım ederse kalkacağımı düşünüyordum. Elimle pikeyi üzerimden kaldırırken, "Mila," dedi Hazer ve elini elimin üzerine koydu. Dokunuşuyla kalbim patlayacak oldu. "Kalkma."
"Evham yapma Han, yorgunum ama o kadar çaresiz değilim."
"Mila, kalkamazsın."
Halsizce gülümsedim. "İddiasına var mısın? Ben kazanırsam bana bir kurdele alırsın, sen kazanırsan da..."
Hazer başımı tutup yavaşça göğsüne bastırdığında cümlem yarım kaldı ve bir duygu göğsümü daralttı.
"Hazer?”
"Seni ben taşırım tamam mı?"
Ne kadar kötü duygu varsa göğsümün içinde birikti ve başımı hızla onun göğsünden kaldırdım. Hazer bocaladı, bir kez daha bana uzanmak istediğinde, "Dur," dedim titreyen sesle ve hemen sonra uzanıp pikeyi üzerimden tek seferde kaldırdım.
Bacağım... alçıdaydı! ALÇIDAYDI! Üzerine basamazdım, yürüyemezdim, kalkamazdım bile! Şaka mıydı bu? Bacağım mı kırılmıştı? Her sabah yaptığım gibi, yatağımdan kalkıyormuş gibi normal bir şekilde bacaklarımı kaldırmaya çalıştım ama bacağımdaki alçı o kadar ağırdı ki kıpırdatamadım. Gözlerim yavaşça bacağımı izledi ve içimdeki her şey yerle yeksan oldu. Parçalarıma ayrıldım ve bunu yaparken hiç ses çıkarmadım. Önce sol, sonra da sağ gözümden birer damla yaş düştü ve ellerim yumruk halini aldı. "Asıl kâbusun uyandığımda başlayacağını düşünmemiştim."
"Geçmeyecek bir şey değil," dedi Hazer, yüzüme dokundu ama tenimden hiçbir duygu geçmedi sanki. "Mila, hadi bana kulak ver bana tamam mı? Kaybetme sakın kendini."
Geçecek ama ne zaman? Aylarca sürecek! Bacağım, dizlerime kadar alçıdaydı ve bu aylarca dans edemeyeceğim anlamına geliyordu? Aylarca! Nefes alamadım, bir an göğsüm hızla inip kalkmaya başladı ve gözyaşları çoğalarak çenemden aşağıya düştü. Hazer yüzümü daha sıkı tuttu. "Mila, bu üstesinden gelemeyeceğin bir şey değil."
"Hazer, ben bir balerinim!" Yumruklarımı daha da sıktım ve gözlerimi, bacağımı görmeye dayanamadığım için yumdum. "Kırık bir bacak nasıl işime yarar ki?"
Sol yanağımı okşadı. "İyileşecek!"
"O kadar vaktim yok," dedim ve bir anda ellerimi yüzüme kapatarak derin hıçkırıklara boğuldum. Omuzlarım, kollarım sarsılıyordu. "Kazanmıştım! Bir sürü insan beni beğenmişti, muhtemelen biriyle an... anlaşıp daha büyük gösterilere çıkacaktım! Ama şimdi... Söylesene Hazer, o insanlar beni aylarca bekler mi?"
"Onlara ihtiyacın yok ki," diye fısıldadı, elini bir daha uzatmadan. "Sesini yükseltme n’olur, kavga ediyormuşuz gibi hissediyorum."
"Baş... başladığım yere döndüm. Müzikali kazanmam hiçbir şeyi değiştirmedi, ben yine aylarca çalışıp kendimi birilerine kanıtlamaya çalışacağım..."
"Mila..." Sesi genizden ve oldukça boğuk çıkıyordu. "Ağlama.”
Hıçkırdım ve yumruklarımı çözerek başımı yastığa koyduktan sonra gözlerimi kapattım. Dudaklarım titriyordu, bir araya getiremiyordum. Ne dediğimin, nasıl tepki verdiğimin farkında değildim. Tamam, ölmediğim için şükretmem gerekiyordu, şükrediyordum da ama... sırf birinin egosu yüzünden bacağımın kırılmış olmasını kabul edemiyordum! O yapmıştı. Bacaklarını seviyorsun diyerek bana gözdağı verdikten sonra defalarca kez şansını denemiş ve sonunda bacağımı ezmişti.
"Göreceksin sen," diye fısıldadım, içimi yıkayan bu büyük öfkeye inanamayarak. "Yanına kalmayacak!"
"Ba... Bana mı diyorsun?"
Yumruklarımı pikenin altına sakladım. "Hayır."
"Safir..."
"Üzgünüm, şu an konuşmak istemiyorum."
Çok gücüme gidiyordu, kabul edemiyordum. Birinin sırf canı istediği için, egosunu tatmin etme ihtiyacıyla beni böyle gözyaşlarına boğmasına dayanamıyordum. Aylarca yatacaktım... Ki ben, yürürken bile dans etmemek için kendimi zor tutardım.
Vücudumdaki ezilmelerin acısını hissederek inlememek için dudağımı ısırdığımda kapının bir gürültüyle açıldığını hissettim ve gözlerimi açtığımda Gazel'in kapıdan girdiğini gördüm. Perişan halde, gözyaşları içindeydi. Beni gördüğünde ilk an duraksadı ve ardından yenilmiş gibi omuzlarını düşürdü. "Kendine gelmişsin."
Ardından Bahar Teyze'nin ve önlüklü iki doktorun içeri girdiğini gördüm. Doktorlar uyandığım için gülümsüyordu ama benim suratımda mimik oynamamıştı. Bahar Teyze’nin yüzünde de benzeri bir mutluluk vardı ama hiçbirine karşılık veremedim. Doktor Bey yatağımın yanına kadar yürüdü. "Aramıza döndünüz sonunda, nasıl hissediyor..."
"Ne zaman yürüyeceğim?"
Dudaklarımdan çıkan bu soru havada asılı kaldı ve bir süre kimseden çıt çıkmadı. Doktor kafasını sakince sallayarak, "Bacağınız iki ayrı yerden kırılmış," dedi. "Bu da iyileşmenin en az iki ay süreceğini gösteriyor. Tabii, ek takviyeler ve düzenli beslenmeyle bu süre bir buçuk aya kadar düşebilir ama o süreden sonra da bacağınızı çok zorlamamanız gerekir. Hazer Bey dansçı olduğunuzdan bahsetmişti ama kırığınız kaynar kaynamaz dans edemezsiniz ne yazık ki… Bana ne zaman yürüyeceğinizi soruyorsanız iki ay derim ama bana ne zaman dans edeceğinizi soruyorsanız... üç dört ay derim."
İçimdeki tüm güzel duygular yitip gitti ve ümitsizlik duygusu gözlerimi yaşarttı. Dört ay... benim için, yapmak istediklerim için büyük bir kayıptı. Her şey başladığı yere dönmüştü işte. Gözlerimi yastığıma çevirdim ve yumruklarımı daha da sıkarken, "Safir," dedi Gazel, yatağımın yanına kadar gelerek. "Hiçbir şey bitmiş değil tamam mı? Ben sana çok iyi bakacağım, kısa sürede iyileşip ayağa kalkacaksın."
"Ayağa kalkacağım ama... düşmeyi hak etmemiştim," diye fısıldadım tırnaklarımı avuçlarıma geçirirken. "Kariyer yapacaktım, her şey benim için daha yeni başlıyordu! Şimdiyse en başa döndüm! O müzikali kazandım ama ne faydası oldu ki? Daha ileriye gidemeyeceğim! Bilerek yaptı! Belki de bana müzikali kazanmanın zevkini tattırdı ki yaşadığım hayal kırıklığı ve acı daha büyük olsun!"
Bağırıyor muydum? Ben hiç bağırmazdım. Büyük acıların büyük gürültüler çıkardığını çok daha iyi anlıyordum.
Gazel'in gözleri biraz daha dolarken, "Neyden bahsediyorsun?" dedi, şaşkınlık yaşayarak. "Kim bilerek yaptı?"
Müjgan!
Bir bez bebekmişim gibi hayatımı yönlendirdi ve elimdeki tek şeyi aldı.
Sıcak yaşlar yanaklarımda birikirken ona bir cevap veremedim ama Hazer, onda daha önce hiç rastlamadığım bir ses tonuyla cevap verdi. "Merak etmeyin, kimi süründüreceğimi iyi biliyorum."
Doktor genzini temizledi. "Ben Safir Hanım'ı muayene edeyim."
Sonrasında her şey bir film gibi gözlerimin önünden akıp gitti. Doktor Bey nazik bir gülümseme eşliğinde bana uzandığında kasılmamak için avuçlarımı daha sıkı kapattım ve Gazel o an ne hissettiğimi anlayarak yanıma geldi. Elini saçlarımın üzerine koydu, bir erkekten ne kadar rahatsız olduğumu bildiği için bana güvende hissettirdi ve doktor muayenesini bitirene kadar saçlarımı okşadı. Hemşire alçımı kontrol etti ve fevri hareketler yapmamamı söyledikten sonra bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Çekinerek Gazel'e tuvalete gitmem gerektiğini söylediğimde hemşire gülümsedi ve doğrulmama yardımcı oldu. Hazer orada, koltuğun önünde dikildi ama çıt çıkarmadı. Hemşire Hanım ve Gazel beni yataktan doğrulturken ıslak gözlerimle Hazer'e baktım ve ellerinin yavaşça yumruk olduğunu gördüm.
Hemşire ve Gazel'in yardımıyla odadaki küçük tuvalete girerek klozete oturdum ve onlar dışarı çıktıktan sonra ellerimi yüzüme kapatarak hıçkırıklara boğuldum. İlk kez ağlarken sesimin ne kadar çıkacağını, birilerinin duyup duymayacağını düşünmedim. İlk zamanlar korktuğum için susmuştum, biraz büyüdüğümde utandığım için susmuştum, sonra ise susmayı alışkanlık ettiğim için susmuştum ama şimdi... Gözyaşlarım avuçiçlerimi yakıyor ve vücudum hıçkırıklarla sarsılıyordu. O kadar çok ve hızlı ağlıyordum ki bir şeyin yere düşüp devrildiğini duydum ve hemen ardından kapının sertçe kapandığını.
O an durdum ve ellerimi yüzümden çekerek odayı görebilirmişim gibi tuvaletin kapısına baktım. Bu çaresizlik beni hiç istemediğim bir şeyle yüzleştiriyordu: Hazer'in öfkesiyle. Kendime gelmeye çalışarak işimi hallettim ve tek ayağım üzerinde doğrulup yakındaki lavaboya tutundum. Ellerimi sabunla yıkayıp kurularken bir ayna olmadığı için şükrediyordum. Kendimi, bu perişanlığımı görmek istemezdim! Yüzüme soğuk su çarptım ve tek ayağımın üzerinde kapıya yürümeye çalıştım.
"Gazel?"
"Geliyorum canım."
Kapı açıldı ve Gazel koluma girerek yükümün bir kısmını aldı. Hemşire de diğer koluma girerek bana yardımcı oldu. Odada başka kimse kalmamıştı. Bahar Teyze’ye teşekkür etme fırsatım olmadığı için üzüldüm. Beni yatağa bıraktıklarında oldukça zayıf bir sesle teşekkür ettim.
Pikeyi üzerime çektim ve elimi yanağımın altına koyarak pencereden dışarıya baktım. Hemşire Gazel'e birkaç şey söyleyerek odadan çıktı ve Gazel koltuğa oturarak dikkatle bana bakmaya başladı. Bir melek değilim elbette ama insanlar üzüldüğünde onları teselli etmeyi, yapabilirsem espri yaparak gülümsetmeyi isterdim ama şimdi konuşacak mecal bulamıyordum.
Odada bir telefon sesi çınladığında Gazel derhal telefonuna uzandı ve özür dileyerek, "Sesini kısmayı unutmuşum," dedikten sonra gelen mesajı açtı. Her ne okuduysa hafifçe tebessüm etti ve gözlerini tekrar benimle birleştirdi. "Behram gelmiş, müsaitsen seni görmek istiyor. O da seni çok merak etti."
Kimseyle konuşacak kadar iyi hissetmiyordum ama Behram'ın bu nezaketini de görmezden gelemezdim. "Lütfen çağır."
Gazel ona bir mesaj yazdı ve bir dakika geçmeden odanın kapısı çaldı, ardından aralandı. Sırtım kapıya dönüktü ama gelenin Behram olduğunu biliyordum. Gazel oturduğu yerden kalktı ve ellerini arkasında bağlayarak, "Hoş geldin," dedi çekingen sesle.
"Hoş buldum." Behram birkaç saniye sonra bakış açıma girdi ve elini ceketinin ceplerinden çıkararak bana selam verdi. "Nasılsın Safir?"
"Sakat."
Behram verdiğim bu cevapla bocaladı ve kaşlarını çatarak bakışlarını kaçırdı. Gözlerimi yumdum ve kabalığım için kendime kızarken Behram, "Yaşadığına şükrediyoruz," dedi. Sesi yumuşaktı. "Hepimizi çok korkuttun. Beterin beteri var Safir, Allah korumuş seni. Senin için zor olabileceğini düşünüyorum ama biz buradayız. Beni bir abin yerine koy demiştim, ne zaman ihtiyacın olursa buradayım."
"Biliyorum." Canım acımıyormuş gibi davrandım. "Behram Abi."
Behram'ın yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı ve aynı tebessüm Gazel'in yüzüne de yerleşti. En azından onları gülümsetebildiğimi düşünerek cansız bakışlarımı tekrar cama çevirirken, "Hakkında ne kadar az şey biliyoruz," diye mırıldandı Gazel, dalgın bir sesle. "Yaşını bile bilmiyorum."
Behram gülümsedi. "Yirmi yedi."
"Gerçekten abi demeliymişim…" dedim ve sonra Hazer’le aramızdan daha fazla yaş farkı olduğunu hatırlayarak bir anda ağlamaya başladım. "Bana ne, ben büyük olacağım! Yirmi bir yaşında olmayacağım bana ne..."
Gazel gözlerini kırpıştırdı. "Safir, iyi misin?"
"Narkoz almış mıydı?" Behram gözlerini irileştirdi. "Kafa yapmış olabilir."
Pikeyi yüzüme çektim ve gözyaşlarım yastığa düşerken sessizce ağladım. Garip davrandığımı biliyordum ama o kadar çok ağlama ihtiyacım vardı ki şu an her şeye ağlayabilirdim. Aylarca yürüyemeyecek, sürekli birilerine ihtiyaç duyacaktım. Bir de üstüne dans edemeyecek, en sevdiğim şeye hasret kalacaktım. Kimse benimle anlaşma yapmayacaktı, aylarca gösterilere çıkamayacaktım ve hepsi onun doyumsuz egosu, kötü kalpliliği yüzündendi.
"Ben rahatsız etmeyeyim bari," dedi Behram, beni ilk kez böyle görmenin şaşkınlığını yaşadığı belliydi. "Zaten baya rahatsız görünüyor. Yani... öyle değil, hani hasta ya o bakımdan..."
Gazel mırıldandı. "Seni uğurlayayım."
Onların adım sesleri uzaklaştığında pikeyi başıma biraz daha çektim. Gazel çok geçmeden döndü ve görmesem de koltuğa oturduğunu hissettim. "Safir... Konuşmak ister misin?"
"Konuştukça saçmalıyorum," dedim, dudağımda tuzlu gözyaşımı hissettim. "Lütfen mazur görün bu hallerimi. Konuşmayalım olur mu?"
"Asıl sen bizi mazur gör, ne hissettiğini yeterince anlayamayacağımız için."
Beni anlamayı isteseler bile anlayamazdılar. Onların başına gelseydi ben de yeterince anlayamazdım ve bazen anlayamadığınız şeyler için susmak en iyisiydi. Kısa tırnaklarım âdeta avuçlarımı deşiyordu ve sanki hepsi atamadığım bir çığlık içindi. Gözkapaklarım yorgunca kapandı ve sıcak damlalar çillerimin üzerinden akarak yavaşça yastığıma düştü. Yediremiyor, sindiremiyordum.
"Gazel?"
"Efendim güzelim?"
"Gidip bir şeyler ye sen, yemediğine eminim. Ben de uyuyacağım zaten..."
"Ama..." Gazel'in karşı çıkacağını biliyordum. "Bir şeye ihtiyacın olur falan, kalayım."
Gazel'i ikna edemeyeceğim için bir şey demedim ve ince gözyaşlarım gözlerimden süzülürken tıpkı küçüklüğümde yaptığım gibi sessizce ağladım.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama bir ara uykuya daldım ve rüyamda babamı görüp ona sarıldım. Birkaç kez sıçradığımda Gazel'i yanı başımda buldum ama gerçeğe dayanamayarak yeniden uykuya daldım.
Gözkapaklarıma düşen karanlığı ve nazikçe yanağıma değen parmakları hissettiğimde akşam olduğunu anlamıştım. Odaya derin bir sessizlik hâkimdi. Sıcak bir parmak, sayıyormuş gibi çillerimin üzerinden yumuşakça kayıyor, beni gıdıklıyordu.
Sıcak bir nefes alnıma çarptı ve yanağımdan bir su gibi akıp kayboldu. Parmak uçları çillerimi takip ederken, "Acaba başka yerlerinde çil var mı?" diye fısıldadı. Hazer’di ve sesi, kendini yaptığı şeye kaptırmış gibi oldukça ilgiliydi. "Varsa o çillerine de dokunmak isterim. Omzundakileri biliyorum ve onların her birini öpmek istiyorum.” Parmağı çillerimin üzerinden akarak aşağıya, üstdudağıma kaydı ve kurumuş dudağımın üzerinden yavaşça geçti. "Seni öpmek, sadece öpmek değildi Mila. Nereye ne kadar kaçarsan kaç peşinden geleceğimi fark etmekti. Bir daha... asla bir başkasını öpmeyi bile aklımdan geçiremeyeceğimi fark etmekti."
Çenem seğirdi ve Hazer'in eli çenemden kayarak çıplak boynuma dokundu. Tüylerim diken diken oldu ve nefesim hızlanırken avuçiçi sol kolumdan inerek nazikçe yumruk halindeki avcumu açtı. "Mila, Mila, Mila... Sana bu yumruğu sıktıran herkesten nefret ediyorum… Şimdi uyanık olsaydın," dedi, parmak uçlarını tedirgince tırnak izlerimde dolaştırarak. Sanırım oda karanlık olduğu için uyandığımı anlamamıştı. "Nefret kötü bir his Hazer, lütfen böyle hissetme, derdin."
"Nefret kötü bir his Hazer, lütfen böyle hissetme."
İçini çekti. "O kadar iyi biliyorum ki ne diyeceğini, sesini kafamın içinde duydum sanki."
Hayır şapşal, gerçekten söyledim.
Gözlerimi açtığımda odanın karanlık olduğunu gördüm. Bakışlarım azıcık aşağıya düştüğünde Hazer'in kafası bakış açıma girdi; saçlarını görüyordum. Başını elime eğmişti ve omuzları o içini çektikçe hareket ediyordu. Abajur yanıyordu ama ışığı çok zayıftı. Burası oldukça lüks bir odaydı, bana pahalıya patlayacağına emindim.
Dudaklarımı sertçe ısırdım ve Hazer'in avcuma dokunmasıyla umulmadık bir mutluluk duyarken, "Nefret kötü bir his," diye fısıldadı Hazer kendi kendine. "Fakat bende bolca var. Kafanın içinde kurduğun adam olmayı isterdim."
Ancak ben kafamın içinde bir adam kurmamıştım; Hazer olduğu gibi yerleşmişti oraya. Ona bir şeyler eklemedim, ondan bir şeyleri çıkarmadım. Fakat şimdi böyle demesi beni düşündürmüş, mutsuz etmişti. Omuzlarının gerildiğini fark ettiğimde diğer elimi de pikenin altından çıkardım ve ürkerek ona uzattım. Parmaklarım saçlarının arasına yerleşti ve aynı anda Hazer'in avcumdaki parmakları duraksadı.
Kafasını hayretle kaldırdı. "Uyanmışsın."
"Si."
Donmuş gibi bir an gözlerime baktı ve ardından hızlıca doğrularak elini çekti. Parmaklarım yumuşak saçlarının arasından, henüz okşamadan yatağa düşmüş ve içimde ukde kalmıştı. Ağrılarım yüzünden acı çekerek ona bakarken Hazer irice açtığı gözleriyle yüzümü izliyordu. Yatağımın yanına çektiği sandalyede oturuşunu düzeltti.
"Uyandırdım mı? Kusura bakma lütfen, kendime mâni olamadım."
Başımı yastığımda sola çevirdiğimde Hazer de yüzümü görebilmek için başını sağa çevirdi. Gülümseyecek oldum ki ne kadar yorgun göründüğünü fark ederek, "Gecenin bir yarısı neden buradasın?" diye sordum. "Üzerinde hâlâ o günkü kıyafetlerin var. Evine git, dinlen, üzerini değiştir."
"Benim nasıl dinlendiğimi biliyorsun…"
“Beni izleyerek?"
"O yüzden bana bir daha gitmemi söyleme."
"O zaman... beni götür buradan."
Kurduğum cümle Hazer'i hazırlıksız yakaladı ve gözlerini belli belirsiz büyüttü. Evet, bu odada kalmak, hastanede yatmaya devam etmek istemiyordum. Zaten kırık dediğin evde de kaynardı, burada kalmaya ihtiyacım yoktu. Odaya kimin gireceğini, bana kimin dokunacağını bilmemek canımı yakıyordu. Kimsenin dokunamadığı bir yerde kendi başıma iyileşmek istiyordum. Hazer elini kaldırdı ve neredeyse yüzüme uzatıyordu ki tereddüde düşerek elini çekti ve çenesini sıktı. "Tedavi görmen gerekiyor Mila."
"Kırıklarım ve yaralarım için hastanede kalmam gerekmez Hazer," dedim, sesimde rica eder bir ton vardı. "Evime gitmek istiyorum. Yardımcı olamayacaksan Gazel'den de isteyebilirim."
Çenesini daha da sıkarak, "Gazel'e gıcık oluyorum," dedi aniden. "Behram kendini ona kaptırdıkça Gazel'e daha da gıcık oluyorum! Behram'ın bana dönüp, Yazıklar olsun! diyeceği gün gelecek. Bunu bildikçe Gazel'e bağırmamak için zor duruyorum."
"Git söyle o zaman Behram'a," dedim yumruğunu izlerken. "Neden söylemiyorsun?"
"Gazel için mi sustuğumu sanıyorsun?" dedi. Gözleri biraz daha kısıldı ve içinde olduğumuz ciddi konuşma kalbime hasar verdi. "Behram bu gerçeği Gazel'den öğrendiğinde daha az üzülür, bunun için susuyorum."
Burnum sızladı ve boğazıma kurşun kadar ağır bir yumru oturdu. "Tabii, anlıyorum."
Hazer gözlerini yumdu ve başını eğip alnını yumruğuna yasladı. Gerçekten çok yorgun, bitkin görünüyordu. Şu an bakınca o dağ gibi adamın, omuzundaki karların altında çöktüğünü hissettim. Onu daha fazla yormak istemediğim için susmayı tercih ettim ve belki dinlenir diye, "Beni izleyebilirsin," dedim gözlerimi kapatarak. "Yani... dinlenmek için."
Güldü.
Bir boğaz temizlemeyle bu gülümsemeyi bastırarak iç çektiğinde ona ne kadar çok iç çektirdiğimi fark ettim. Sanki iç çekmekle kalmıyor, beni de içine çekiyordu. Nefesinin yaklaştığını hissettiğimde ürperdim ama gözlerimi açmadım. Sanki bilerek yüzüme eğildi ve gıdıklanmama sebep olarak nefesini yüzümün bölgelerine yavaşça dağıttı. Dudaklarını tüy kadar yumuşak şekilde çeneme bastırdı. Tanrım! Hasta yatağımda bana neler düşündürüyor. "Ben gidip doktordan izin alayım çıkmak için."
Saniyeler içinde kapım sessizce kapandı ve Hazer kayıplara karıştı.
Parmaklarımı çeneme götürdüm. Hâlâ öpücüğü hissedebiliyordum sanki. Gözlerimi kapattım ve vücudumdaki eziklerin, morlukların verdiği acıya alışmaya çalıştım. Bir süre madem böyle yaşayacaktım, o halde buna alışmalıydım.
Gözlerimi kapatmamın üzerinden biraz zaman geçmişti ki kapının sessizce açıldığını ve akabinde adım seslerini duydum. Hazer'in adımlarıydı, tanımıştım. Gözlerimi yavaşça açtığımda onu başucumda buldum. Eğilerek yastığa düşmüş saçlarımı okşadı.
"Çıkabiliriz. İzin alıp çıkış işlemlerini hallettim."
Şükürler olsun! Bu hastane odası yüreğimi daraltıyordu, evimde daha iyi olabilirdim. Gözlerim bacaklarıma kayarken, "Ama... yürüyemiyorum," dedim.
"Gece Yarısı Güneşi’m," dedi daha önce defalarca kez dediği gibi. Bu sefer şefkati ve merhameti hissettim. "Seni ilk kez taşımayacağım."
Yanaklarım ısındı. "Ama ben ilk kez ayık olacağım."
"Bence öbürlerinde de ayıktın ama seni taşımam hoşuma gittiği için çaktırmadın."
Bacağıma bakmaya devam ettim. "Nereden bildin?"
Hazer Han gülmedi ama kalbinin yumuşadığını hissettim. Yine birilerini gülümsetebilmek adına durumuma bakmaksızın espri yapmıştım. Elini saçlarımdan çektiğinde, "Gazel nerede?" diye sordum. "Ben uyumadan önce buradaydı."
Hazer dolaba gitmiş, kıyafetlerimi çıkarmaya başlamıştı. "Annemle onu gönderdim. Mustafa'nın anneme ihtiyacı vardı, bu yüzden annem gitti ve giderken Gazel'i onunla gönderdim. Kız günlerdir burada, dinlenir hem de sabah sana temiz kıyafetler getirir diye düşündüm. Fakat getirmesine gerek kalmadı, çıkıyoruz."
"Bahar Teyze’ye teşekkür edemedim," diye yakındım. "Hakkımdaki iyi düşünceleri umarım değişmemiştir."
"Hayır, hâlâ seni gelini olarak is..."
Hazer, elindeki kıyafetimi torbanın içine koyarken duraksadı ve ardından yutkunarak sessiz kaldı. Ben de onu utandırmamak için bu konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi yaparak kıyafetlerimi torbaya koymasını izledim. İşini bitirdi ve şakağını sertçe ovalayarak telefonunu cebinden çıkardı. Birkaç tuşlama yaparak telefonunu kulağına götürdükten sonra, "Kerem," dedi yorgun bir sesle. "Yukarı gel koçum."
Başka bir şey demeden telefonu kapattığında başımı yastıktan kaldırdım ve ellerimi yatağa yaslayarak doğrulmaya çalıştım. Ellerimin yardımıyla doğrulurken Hazer telefonu cebine koyarak yanıma yürüdü.
"Canını yakacak hamleler yapma Mila."
Elini belime koydu ve doğrulmama yardımcı olurken üzerimdeki pikeyi çekti. Bacaklarıma bakmamak için onun amber renkli gözlerine bakarken Hazer yatağın önünde dizlerinin üzerine çöktü. Hissiz bir şekilde omuzlarımı düşürdüm ve Hazer uzanıp bacaklarımı yavaşça indirirken sadece onu izledim. Bir elimle üzerimdeki hastane kıyafetini aşağı çekiştirirken Hazer parmaklarını ayak bileğime doladı.
"Çok inceler,” diye mırıldandı.
Bakışlarımı kucağımda dolaştırırken Hazer genzini temizleyerek doğruldu ve aynı esnada kapı çaldı. Hazer saçlarımı düzeltirken, "Gel," dedi.
Saçlarımı parmaklarıyla tarayarak omuzlarımdan aşağıya bıraktı.
"Safir Hanım." Kerem'in sesini duyduğumda başımı omzumun üzerinden yavaşça arkaya çevirdim. Kapıyı açmış, mahcup bir ifadeyle bana bakıyordu. "Hayır anlamıyorum," dedi bize doğru yaklaşarak. "İnsan o kadar badire atlatır ama güzelliğinden hâlâ mı bir şey kaybetmez..."
Her zaman olduğu gibi çok tatlıydı. Ona bir cevap veremeden, "Kız arkadaşıma lüzumlu lüzumsuz iltifat etme," dedi Hazer alçak bir sesle. "Benim kız arkadaşım o."
Kerem, Hazer'e çaktırmadan gözlerini devirdi. "Fıstık'tan beter oldu, sürekli kız arkadaşım da kız arkadaşım... Anladık be!"
Hazer torbayı almaya giderken, "Ne geveliyon la?" dedi, ona kaş göz yaparak.
Kerem sahte bir şekilde güldü. "Çok yakıştığınızı söylüyordum."
"Aynen çok yakışıyoruz, o yüzden kız arkadaşıma kur yapma." Hazer tekrardan yanımıza gelip torbayı Kerem'e uzattı. "Kız arkadaşım olduğunu söylemiş miydim?"
Kerem torbayı alırken, "Beş yüz kere falan," diye yılgınca mırıldandı ve temiz bir tebessümle bana döndü. Hazer'in abartısına iç çekerek Kerem'in samimiyetle parlayan gözlerine karşılık verdim. "Sana bir daha bir şey olmasın Safir," dedi Kerem ki bu sefer tüm içtenliği ve ciddiyetiyle konuşuyordu. "Gerçekten hayatımıza bir güneş gibi girdin, hiçbirimiz seni kaybetmek istemiyoruz."
"Kerem," dedim ve elimi kaldırıp onun koluna koyarak yavaşça okşadım. "Sizler de bana bir erkeğin iyi olabileceğini gösterdiniz. İnanın hayatınızdan çıkmaya niyetim yok."
Kerem gülümsedi ama söylediğim cümlenin kafasında soru işareti oluşturduğunu gördüm. Hazer'e bir bakış attı ve sonrasında torbayla odadan çıktı. O da çok yorgun, neredeyse bitik görünüyordu.
Yeniden baş başa kalmıştık. Hazer eğildi ve elini enseme koyduktan sonra yavaşça aşağı kaydırarak belimde sabitledi. "Kollarını boynuma sararsan..." Yutkundu ve nefesi alçalıp saçlarımı dalgalandırdı. "…daha kolay taşıyabilirim seni."
Başımı salladım ve elimi kaldırarak ensesine yerleştirdim. Hazer içine derin bir nefes çekti ve eşzamanlı olarak kolunu kaldırıp bacaklarımın altından geçirdi. Hastane elbisesi dizlerimin altına kadar uzanıyor, bir yerimi açıkta bırakmıyordu. Başım, olması gereken buymuş gibi yavaşça onun omzuna yerleşti ve titreyen parmaklarım ensesine tutunurken Hazer beni sarsmadan kaldırdı.
"Gracias mi amor," diye fısıldadım vücut ısısını hissederken.
Doğruldu ve vücudum yataktan ayrıldı. Yükümün tümünü kabul ederek beni sıkıca tuttu ve yanağım omzuna yaslanırken kolu belimi canı gibi sıkıca kavradı. Saçlarım onun omzundan aşağıya salındı ve ıslak gözlerim kirli sakallarını izlerken dudaklarını saçlarımın üzerine bastırarak ağır adımlarla kapıya yürüdü.
"Hazer?"
"Hayatım?"
"Sadece... çok iyisin, tüm iyilikler seni bulsun."
Hazer hastane kapılarından çıktığında üşüdüğümden iyice ona sokuldum. Gece ayazı dedikleri bu olmalıydı, vücudum anında donmuştu. Hazer hızlıca park halindeki arabaya ilerlerken, "Sen olmasan ne yapardım…" diye fısıldadım gözlerimi yumarak.
Arabanın oraya geldiğimizi hissettim ve gözlerimi araladım. Kerem yardımcı olarak kapıyı açtı ve Hazer oldukça nazik bir şekilde beni arka koltuğa bıraktı. Kollarımı boynundan çözerek vücudumu koltuğa bıraktığımda Kerem derhal şoför koltuğuna yöneldi ve Hazer de aralanmış kapıdan girdi. Ona yer vermek içim kalçamın üzerinde yan tarafa doğru kaydım[HT5] [ET6] ve Hazer kapıyı kapatarak koltuğa yerleştiğinde Kerem arabayı çalıştırdı.
"Hazer Bey nereye süreyim?"
"Evimize."
"Evime."
Beni kendi evine götürmek istemişti ama bu mümkün değildi. Benim Gazel'e ihtiyacım vardı, hem de her an. Üzerimi değiştirmek istesem kimden yardım isteyecektim?
"Gazel'e ihtiyacım var," dedim anlamasını umarak. "Üzgünüm, seninle gelemem."
"Üzgün olmana gerek yok çünkü benimle geleceksin," diyerek başını önüne çevirdiğinde afallayarak kaşlarımı çattım.
Ellerimi gergince bağlarken, "Beni yanında istediğin için mutlu oluyorum, teşekkür ederim," dedim ve nezaketimi kaybetmemeye çalışarak konuştum. "Fakat eve gitmeliyim, Gazel'e ihtiyacım var."
"Mila, saat gecenin üçü," dedi, kelimeleri sakinlikle sarf etse de gerginliğini hissedebiliyordum. "Bu saatte Gazel’le koyun koyuna yatamayacağınıza göre şu an Gazel'e ihtiyacın yok. Bana gidelim, sabah Gazel'i arar çağırırız, hastaneye geleceğine evimize gelir ve sana yardımcı olur."
Söyledikleri... Nasıl yaptı bilmiyorum ama o kazandı, beni ikna etti.
Sessizliğimi cevap kabul etti ve Kerem'e bir el hareketi yaparak bana döndü. Bakışlarımı kaçırdım ve Hazer koltuğunda bana doğru yaklaştığında nefesimi tuttum. Elini tereddütle uzatarak sol omzumdaki saçlarıma dokunurken, "Kızma bana tamam mı?" dedi kulağıma doğru. "Üzülürüm ben, sen de vicdan azabından ölürsün."
Puslu camdan dışarıyı izlerken, "Saat gecenin üçü," dedim. "Ve sen benimle dalga geçiyorsun Hazer."
"Saat gecenin üçü," dedi, bir tutam saçımı parmağının etrafına dolarken. "Uykulu gözlerine bakıyor, saçına dokunuyorum. Bir yıl sonra gecenin üçünde yine bunu yapmak isteyeceğim."
Başka hiçbir şey demeden saçlarımı okşamaya devam etti ve yolun kalanında gözlerim kapalı kaldı. Benden uzaklaşmadı ama gereğinden fazla yaklaşmadı da. Ara ara nefesinin alçalıp yüzümle buluştuğunu ve şakağımda sakallarını hissettim. Arabanın ışığı yanmadığı gibi çıt da çıkmıyordu.
Arabanın durduğunu, eve geldiğimizi fark ettiğimde gözlerimi açmaya mecal bulamadan başımı döndürdüm ve burnum çıplak, nemli bir tene çarptığında Hazer'in sertçe yutkunduğunu fark ettim.
Araba kapısı açıldı ve soğuğun içeriye girdiğini hissettim. Uzanıp bir elini belimin altından geçirirken diğer elini bacaklarımın altından geçirerek beni kavradı. Kollarım tutunma ihtiyacıyla onun boynuna yerleşti ve başım omzuna doğru düştü. Doğrulduğunu ve ardından yürüdüğünü hissederken, "Bacaklarım," diye sayıklamaya başladım ama Hazer bu sefer hiçbir şey demedi.
Sıcak ortama geçtiğimizi hissettim ve Hazer'in kokusu burnuma çok yakından geldiğinde bir an burnumu boynuna sürterek o kokuyu aramak istedim. Kapı açıldı ve Kerem'e birkaç şey dedikten sonra tekrar kapandı. Gözlerimi açtığımda onun yatağını gördüm ve hemen ardından Hazer eğilerek beni siyah, soğuk çarşafların üzerine bıraktı. “Üzerimi değiştirip geliyorum."
"Hı hı," diye mırıldandım ve o yorganı üzerime örttüğünde gözlerimi kapatıp burnumu yastığına sürttüm. Nemli kirpiklerim titredi ve Hazer'in, "Petekleri açmak lazım," dediğini duydum.
Birtakım sesler geldi, dolabını açıp kapattı ve odadan çıktı. Daha sonra ne zaman odaya döndü bilmiyorum ama gözümü açtığımda dolabının karşısında buldum onu. Üzerinde beyaz bir tişört, altında siyah eşofman vardı ve saçlarını kuruladığına göre duş almış olmalıydı. Yorganın altında titrerken Hazer havluyu kenardaki koltuğun üzerine bıraktı ve bana döndüğünde gözlerimi açık bularak duraksadı. Uyuduğumu beklediği çok açıktı ama uykularım sürekli bölünüyordu. Omuzlarını dikleştirdi ve çıplak ayaklarıyla yanıma kadar yürüyerek eğildi. Elinin ulaşabildiği yerdeydim. Elinin tersiyle yanağımı okşadığında parmaklarındaki kanın uğultusunu hissettim sanki. Dokunuşu bedenimde bir ihtiyacın başlamasına sebep oluyordu.
"Uykun mu kaçtı?"
"Si."
Elini çekti ve sıkıntı dolu bir nefes alarak duvardaki saate baktı. Günün ağarmasına az kalmıştı ve ikimiz de uykusuz bir gece geçirmiştik. Düşüncesizlik yapmak istemediğim için, "Sen uyu lütfen," dedim sertçe yutkunduktan sonra. "Dinlenmeye ihtiyacın var."
"Demek uykun kaçtı," dedi ve karşımdaki siyah koltuğa ilerledi. Koltuğa oturarak dirseklerini dizlerine yasladı ve gözlerini gözlerimden hiç ayırmadı. "O zaman sana bir hayat hikâyesi anlatayım mı?"
Kendi hayat hikâyesini mi anlatacaktı? Heves içinde başımı salladım. "Por favor."
"Bir gün bir adam tanıdım," dedi ellerini birleştirerek. Parmakları iç içe geçmişti. "Hiçbir şeyi olmayan bir adamdı. Hiçbir şeyi yoktu mi amor. Kalacak yeri, yiyecek ekmeği, içecek suyu, arkadaşı, ailesi... Sadece kendisi vardı. Bir gün geldi karşıma, ‘Bana yardım et, senin için her şeyi yaparım,’ dedi. İşe, paraya ve kalacak yere ihtiyacı vardı. Ona başta güvenmedim, kimseye başta güvenmem. Onunla neden yollarımızın kesiştiğini anlamamıştım ama... onu araştırdım."
Onu büyük bir ilgiyle dinliyor, hikâyenin devamını merak ediyordum. Parmaklarını daha sert ovaladı ve o an bir sigaraya ihtiyacı olduğunu hissettim; yanımda olduğu için içmiyordu.
"İstiyorsan sigara içebilirsin."
"Hayır," diyerek gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve parmaklarını ovalamayı bıraktı. "Onu araştırdım ve askerden yeni geldiğini öğrendim. Depresyondaydı, hiç iyi değildi. Psikolojisi berbattı. Askerliği doğuda, sınırda yapan insanların psikolojisi genelde zaten bitik olur ama onda daha farklı bir şey vardı. Daha sonra teröristlerin… kardeşini kaçırıp dağa çıkardığını öğrendim. Kardeşi on beş yaşındaymış, askerde olduğu için haberi olmamış ve bam, bir gün siperde karşı karşıya gelmişler! Kardeşiyle! İnanamamış kardeşini o teröristlerin, vatan hainlerinin arasında gördüğüne. Beyninden vurulmuşa dönmüş. Ama işte savaşta karşı karşıyaymışlar. Ya o kardeşini vuracakmış ya da kardeşi onu. Seçimini yapmış ve kardeşi orada ölmüş. Tabii kardeşinin kaçırıldığını falan dönünce öğrenmiş ama ne fark edecekmiş ki? Kardeşi karşısında, teröristlerin arasındaymış ve askere silah uzatmış. O an yapılacak tek şey varmış ve adam bunu yapmış. Onu oradan kurtaramayacağını biliyormuş. Eninde sonunda öleceğini de."
Gözlerimin yaşardığını hissettim. "Anlattığın adam..."
"Kerem."
Kim bilebilirdi o sevimli, sürekli gülen adamın böylesine acı bir hikâyesi olacağını? Gözyaşlarım arasında Hazer'in dalgınca duvara baktığını gördüm. Ben sormadan anlatmaya devam etti.
"Kardeşini öldürdüğünü öğrenince kendime daha yakın hissedip onu işe aldım. Memleketinden çıkıp gelmişti, sığamıyordu hiçbir yere. Ben ona sahip çıkınca o da benim için canı pahasına çalışmaya başladı. Onu hiç bırakmayacağıma şerefim üzerine yemin ettim." Derin bir nefesi içine çekerek dalgın gözlerini benimle buluşturdu ve sanırım gülmem için espri yaptı. "Kerem’le kavuşma hikâyemiz böyle işte."
Gözyaşları içinde gülümsediğimde Hazer kafasını iki yana sallayarak koltuktan kalktı. Bu bana çok acı vermişti. Yanımda olsa düşünmeden Kerem'e sarılırdım. Hazer yanıma kadar gelerek tek dizinin üzerine çöktü ve elimi gözümden çekerek, "Ağlaman için anlatmadım," dedi ama onun da duygulandığı sesinden belliydi. "Kerem’in maskesi var. En az kederli görünen insanların bile nice acıları var Safir. Acı hayatımızın bir bileşeni, her an olacak. Onunla başa çıkacaksın çünkü sen çok güçlüsün."
Hızlıca başımı salladığımda Hazer parmak uçlarıyla gözyaşlarımı sildi. "Kerem'i seviyorum," dedim içtenliğimle. "O çok iyi biri."
"Kerem'i sev," dedi ve yanağımdan akan gözyaşını kibarca sildi. "Ama en çok, en çok..."
Devamını getirmeyip sessiz kaldığında gözlerimi kapattım ve o yüzümü temizlerken altdudağımı ısırdım. Hazer'in biraz sonra doğrulduğunu hissettiğimde gözlerimi açtım ve koltuğa ilerlediğini gördüm. Bu kadar yorgun ve uykusuzken o koltukta yatmasına gönlüm el vermezdi. Yutkundum ve artık ısınmaya başlayan çarşafın üzerinde iyice sola kayarak onun bedeni için yer açtım. Koltuğa oturacakken, "Hazer," diye seslendim ve bana döndüğünde titreyen bir sesle fısıldadım. "Burada... yatmak ister misin?"
Yatağın boş tarafına döndü. "Beraber mi?"
Gerginliğimi espri yaparak kırmaya çalıştım. "Yani... namusunu kirletmem. Söz veriyorum."
"Kirletmeni tercih ederdim ki."
Yatağın daha da ucuna kaydım ve dümdüz bir çizgi gibi yatarak bakışlarımı tavana diktim. Hazer eğilip yorganı kaldırdıktan sonra bir an durdu ve ardından aramıza epey mesafe koyarak yavaşça yatağın diğer ucuna yerleşti. Çok rahatsız etmemeye çalışarak yorganı üzerine örttü ve tıpkı benim gibi tavana baktı. Aramızda bir çocuğun girebileceği kadar mesafe vardı. İkimiz de ellerimizi karnımızda bağlamış, yutkunarak tavanı izliyorduk. Hiç rahatsız edici değildi, hatta elimi uzatsam dokunacağım kadar yakında olması hoşuma gitmişti. Ay, güneşe çok yaklaşmıştı ve dünya öylece geri çekilmişti.
"Hazer," diye fısıldadım. Sesimde aynı yatağı paylaşmamızın heyecanı vardı.
"Güzelim?"
"Bir keresinde bana, sana beni hatırlatan bir şarkı dinlediğini söylemiştin. O şarkı neydi?"
Başını bana çevirdiğinde benim de başka şansım kalmadı ve gözlerimiz kesişti. O dağ gibi omuzlarındaki kara rağmen nasıl bu kadar sıcak bakabildiğini anlamıyordum. Sanırım güneşin sıcaklığı o karları eritiyordu. Gergince yarım yamalak gülümsedim. Hazer elini kaldırdı ve hep yaptığı gibi saçlarıma uzandı. Bir tutam saçımı parmağının arasına dolarken, "Üzmüşler bebeğimi, anlamam nedenini," diye fısıldadı ve gözkapaklarım düşerken zihnim bu güzel anı fotoğrafladı. "Tam yüzüne dalmışken çizmiş kendi resmini. N'olur kaç kurtar bu diyardan yar... Güneşi ararken peşini bırakmaz ay..."
🌗
Gün ışıklarını ve vücudumdaki eziklerin verdiği acıyı hissederek uyandığımda gözlerimi açmadan bir süre bekledim. En son Hazer'i yatağa davet etmiş, beraber yatabileceğimizi söylemiştim ve uyuyakalmıştık. Gözlerim kapanırken en son onu görmüştüm ve gözlerimi açtığımda da onu göreceğimi sanıyordum fakat... yatağın diğer tarafı boştu. Önce onun yokluğunu kabul ettim, ve sonra elimi uzatıp yatağın diğer tarafına dokundum.
Onunla uyumanın hiç rahatsız eden bir yanı olmamıştı, aksine oldukça mest ediciydi. Güzeldi, hatta bir ara kollarının arasına girmeyi bile istemiştim ama kıpırdayamamıştım.
Yorganı üzerimden kaldırdım ve cansız gözlerle camdan dışarıya bakarak alçılı bacağıma uzandım. İki elimi de kullanarak bacağımı yere indirdim. İki ayağım da yere bastığında gözüme, duvara dayanmış koltuk değneği çarptı. Benim içindi, hatta koltuğun üzerinde bir eczane torbası da vardı. Bir ayağımın üzerine basabiliyordum, koltuk değneğine ulaşırsam kendi başımın çaresine de bakardım.
Tek ayağımın üzerinde kalktım ve elimi duvara yaslayarak değneğe yaklaştım. Bir ayağımın üzerinde ilerliyor, kırık ayağımı havada tutuyordum. Değneğe ulaştığımda rahatlayarak onu kolumun altına aldım ve kapıya ilerledim. Normalde dans ederek yürür, bir şarkı söylerdim ama şimdi...
Vücudumdaki acıya rağmen koridorun sonuna kadar yürüdüm ama merdivenlerin başına geldiğimde buradan inemeyeceğimi anladım. En azından denemek için değneğimi kaldırdım ve sağlam ayağımla zar zor iki basamak inerek nefes nefese durdum. Başımı merdiven boşluğundan eğdim ve Hazer’le Kerem'in salonda oturduğunu gördüm. Hazer'in sırtı bana dönüktü, Kerem de tam karşısında, yüzü ona dönük şekilde oturuyordu. Hazer elinde bir dosya tutuyor, doğrudan o dosyaya bakıyordu.
"Demek bu adam," dedi Hazer ve sesi beni o kadar ürpertti ki karşısında olsam geriye sıçrayacağımı düşündüm. "Ne yapacağını biliyorsun Kerem.”
"Biliyorum," dedi Kerem, başını sallıyordu. O da Hazer kadar ciddi görünüyordu. "Fakat biliyorsunuz ki bu adam kapıdaki it, bunu ona yaptırdılar Hazer Bey. Adamın cezasını tabii keselim ama... Asıl yaptırana ne yapacağız?"
"Halledeceğim.” Hazer elindeki kâğıdı savurur gibi bırakarak sigarasından sert bir nefes aldı. "Bul," diyerek başını salladı. "Bir de... yetimhane işine bak demiştim, baktın mı?"
Yetimhane işi mi? Bu ne anlama geliyordu? Kulaklarım iyice açılırken, "Son birkaç gündür olanlar yüzünden bakamadım ona," dedi, sesi mahcubiyet doluydu. "Ama bugün hemen bakacağım."
"Mila orada bir şeyler yaşadı," dedi Hazer ve bu cümleyle nefesim kesilmişti. "Çok ürkek çok… ‘Biri ağzımı kapattı, susmamı söyledi,’ dedi. Erkeklerden korkuyor, temastan kaçınıyor, geceleri kâbus görüyor. Sonra şu müdire var, onun kendisine bir şey yaptığını söyledi, şimdi de kardeşini almaya çalışıyor. Çizdiği o resim, cebindeki falçata... Kerem o yıllarda yetimhanede Safir’le irtibat kurmuş olan herkesi araştır, getir önüme koy. Benim aklıma çok kötü şeyler geliyor, o yetimhanelerde..."
Hazer, henüz bitmeyen sigarasını kül tablasının içine fırlatarak elini saçlarından geçirdiğinde dolu gözlerle ona bakıyordum. Geçmişimi araştırıyordu çünkü ciddi şüpheleri vardı. Aklından geçtiğini biliyordum ama kabul edemiyordu. Fakat etmeliydi çünkü hepsi gerçekti. Dudaklarım titredi ve Kerem'in baş salladığını gördüm.
"Şüphelendiğiniz..."
"Sus Kerem, sus…”
Elleriyle saçlarını dağıttı ve parmakları tekrar sehpadaki pakete uzandı. Elinin titrediğini gördüm, bu yüzden paketi kavrayamadığında Kerem alışkınmış gibi pakete uzandı ve içinden bir dal çıkarıp Hazer'e uzattı.
Hazer sigarayı yakıp dudaklarının arasına koyduğunda bana ait olan yaraların onun yarası da olacağını anlamanın derin hüznüyle ona bakmaya devam ettim.
"Tezgâhta ilacım olacaktı, baksana," dedi Hazer.
Kerem başını salladı. "Şu ilaçları bıraksanız keşke."
"Oldu Kerem, bırakıp kızgın boğa gibi gezeyim etrafta. Öfkeme hâkim olamıyorum, bilmiyor musun? Mila o zaman iki dakika sabredebilir mi acaba bana?"
Bu ne demekti şimdi? Ne sanıyordu, en ufak bir şey de onu bırakıp gideceğimi mi? Ne yapabilirdi ki dayanamayacağım? O kadar tahammülsüz olduğumu mu düşünüyordu? Ne zaman ona arkamı dönüp gitmiştim? Duygularımın ciddiyetini farkında değil miydi? Kirpiklerimdeki damlalar düştü ve Kerem ayağa kalkıp beni gördüğünde şaşırıp kaldı.
"Safirciğim..."
Hazer kaskatı kesildi ve ağzındaki sigarasıyla bana döndü. İşte buna kızmış, kırılmıştım. İlaç almasını istemezdim; sırf benim çekip gideceğimi düşündüğü için ilaç almasını nasıl normal bulabilirdim? Hazer sigarasını dudaklarından çekti ve Kerem'e kaybol gibisinden bir işaret vererek doğruldu. Sırtımı duvara yasladım ve ayaklarımın üzerinde zar zor durarak ona baktım. Merdivenleri hızla çıktı ve yanıma vardığında, "Bana seslenseydin," dedi neredeyse çekingen bir sesle. "O koltuk değneği mecburi durumlar için, ben yanındayken kendini yorma lütfen."
Bir elini belime bir elini de bacaklarımın altına koyarak beni kaldırdı ve sarsmadan merdivenleri indi. Salona geldiğimizde beni yavaşça az önce kalktığı koltuğa bıraktı. Kalçam koltuğa yerleştiğinde ellerini vücudumdan çekti ve eliyle ensesini kaşıyarak Kerem'in kalktığı koltuğa oturdu. Kerem dosyalardan birini almış, ortadan kaybolmuştu. Çenem seğirdi.
"Gazel'i aradın mı?" diye sordum ona bakmadan.
Ellerini önünde bağladı. "Hı hı, çağırdım."
Az önceki öfkeli adamdan geriye, gözlerini kaygıyla etrafta gezdiren bir çocuk kalmıştı.
"Rahat uyudun mu?" diye sordu.
"Çok." Bir an onun gibi heyecana kapıldım, duygularım konusunda yalan söyleyemezdim. "İlk kez beraber uyuduk."
"Son olmayacak.”
Başımı sallayarak saçlarıma uzandım ve bir tutam saçımı parmağımın arasına dolarken Fıstık'ın beni tekrarladığını duydum. Hazer koltuğunda bana doğru yaklaştı. "Hayatım..."
"Öyle deme, yumuşuyorum." Dilimi ısırdım ve pervasızlığımdan utanarak kızardım. Elimin birini kırık bacağımın üzerine koyarak sakince konuştum. "Kulak misafiri olduğum için kusura bakma ama konuştuklarınızı dinledim. O adamı dövmemeni isteyeceğim ama o gün arabayı kullanan adamı döveceksin. Polise şikâyet edelim diyeceğim ama bununla yetinmeyeceksin. Zorbalık etme çünkü bundan hoşlanmıyorum. Bırakalım olması gerektiği gibi bu işi polisler halletsin."
"Polisler zaten tutanak tuttu," dedi Hazer uzanıp sehpadan bir naneli şeker alırken. "Ama beni anlamıyorsun Mila. Öyle adamlar bu tarz işlerden paçalarını kurtarır. O aptalın da yaptığı yanına kalır. Sen bunu sindirebilir misin? Ben yapamıyorum."
"Ne olacak peki? Biz de onlara mı zorbalık edeceğiz? O geceyi hatırlıyor musun? Beni alıp sahile götürdüğün geceyi? O gece de söylemiştim, ben öç almam."
Avazı çıktığı kadar bağırarak yerinden kalktığında titredim ve hâlâ üzerimde olan hastane elbisesini sıkıca tuttum. Gözlerimden birer damla gözyaşı daha düştü ve Hazer ellerini saçlarına geçirerek yeniden bağırdı.
"Bu tartışmaya kapalı bir konu! O arabanın üzerine ne kadar süratle geldiğini gördüm, şu kadarcık acımam kimseye! Zorbalıksa zorbayım Safir! Gözlerimi kapadığım an oradayım. O arabanın altına seninle giriyorum! Kan ter içinde açıyorum gözümü! Kendine acımıyorsun madem, bana da mı acımıyorsun Mila?"
Şu an ondan daha sağlıklı düşünüyordum ve sakinleştiğimizde konuşmamız gerekiyordu. Bu yüzden, "Daha sonra konuşalım," dedim ve koltuk değneğime uzandım. "Öfkeni anlıyorum ama durup birbirimize bağırmamızı istemiyorum."
"Mila, sana bilerek çarptılar!" dedi nefes nefese bana dönerek. Gözlerimiz buluştu ve Hazer'in yüzünün kızardığını, gözlerinin ateşler içinde olduğunu gördüm. "Daha sonra konuşsak da bir şey değişmeyecek! Burunlarından fitil fitil getireceğim!”
Hiçbir şey demedim, sadece durup ona baktım ve şimdi karşımda bana bağıran bu adamın gülüşünü hatırladım. Hazer sessizliğimde durdu, omuzları düştü, bana bağırdığını yeni fark ediyormuş gibi gözlerini kapattı ve sertçe arkasını dönerek yolacakmış gibi saçlarını kavradı. Kalbim yorulurken değneğimi yere yaslayıp ayağa kalktım ve birkaç adım attım.
"Yukarı mı çıkmak istiyorsun? Ben götürürüm."
Hazer’e cevap veremeden kapı çaldı ve kalçamı koltuğun kolçağına yaslayıp başımı kapıya çevirdim. Hazer derin bir nefes verip kapıya ilerledi ve açtığında Gazel’i gördüm. Hazer’le selamlaşıp yanıma ilerledi.
“Merhaba. Safir niye oturmuyorsun canım, iyi misin?”
O yanıma geldiğinde zamanlamasının harika olduğunu düşündüm ve keyifsizce gülümseyerek, “İyiyim,” dedim. “Ben de seni bekliyordum.”
“Şey… Hemen mi gidelim?”
Hazer’le kalmaya devam edersem tartışmamızdan korktuğum için, “Lütfen,” dedim.
Hazer’in verdiği derin nefesin sesini duydum, şimdi gitmemi istemiyordu. Gazel bir tuhaflık sezmiş gibi dikkat kesilirken Hazer’e baktım. Kapının önünde huzursuz ve huysuz bir şekilde dikiliyordu. Birkaç saniye devam eden göz temasımız onun bakışlarını çekmesiyle son bulunca bir kelebek karnımda ölmüş gibi hissettim.
"Kerem!” diye seslendi ve bahçede koşuşturan adım sesleri duyuldu. "Hanımları istedikleri yere götür."
Kerem kapı ağzından bize baktı ve başını sallayıp arabaya koştu. Gazel gülümseyerek bana yardımcı oldu ve benimle sokak kapısına kadar ilerledi. Hazer’in yanında durdum ve Gazel portmantodan eşyalarımı alırken onun bir şey söyleyecekmiş gibi duran bakışlarına kaçamak şekilde karşılık verdim.
“Yardım edeyim."
Gazel koluma girdiğinde Hazer de iç çekerek diğer kolumdan tuttu ve bana yardımcı oldu.
Onların yardımıyla evden çıkarken Kerem araba kapısını bizim için açtı. Kolumu Gazel'in omzuna atarak kalçamı koltuğa bıraktım ve Gazel bacağımı yumuşakça tutarak arabanın içine yerleştirdi. Sırtımı deri koltuğa yasladım ve Gazel de hemen yanıma oturduğunda Hazer kapıyı yavaşça kapattı. Ensesini ve Kerem’e birkaç şey söylemesini izledim.
"Kavga mı ettiniz?"
Gazel’in sorusuna, “Tartıştık,” diye cevap verdim mutsuzca.
Kerem arabaya bindiğinde Hazer’in bahçe kapısından girdiğini gördüm. Araba uzaklaşana kadar Hazer orada durmuştu, camlardan onu görebilmiştim. Vücudumun acısını hissedince yumruklarımı sıktım ve dönüp kırık bacağıma bakarken Müjgan'a bir kez daha öfke duydum. Benden mutluluğumu, yaşayacağım güzel zamanı, dans edeceğim ayları almış; beni yatağa, eve mahkûm etmişti. Bunu hangi vicdan, hangi ahlak kabul edebilirdi?
“Hazer Bey seni çok düşündüğünden sinirlendi Safirciğim, kızma ona lütfen.”
Kerem’e huzursuzca gülümsedim ama yolun kalanında konuşmadım. Gazel de bana defalarca kez nasıl olduğumu sordu ama iyi olduğumu söyledim. Bir yerden sonra Kerem’le konuşmuş, onun ağzını arayıp Behram’la ilgili bir şeyler öğrenmeye çalışmıştı. Kerem'in kıs kıs gülerek Gazel'i gıcık edecek cevaplar verdiğini duydum ama onların ne konuştuğunu tam algılayamıyordum.
Aklım, fikrim, kalbim başka yerdeydi.
Evimizin olduğu sokağa girdiğimizde Kerem arabayı müsait bir yere park etti ve arabadan inip arka kapıyı açtı. Gazel değneğimi ve Kerem'in evden ayrılırken aldığı ilaç torbasını Kerem'e uzattı. Kolumu alıp omzuna yerleştirirken, "Beni seni taşırım ama Kerem kucaklasa daha az canın acır, hiç yürümek zorunda kalmazsın," dedi güzel gözleriyle bana bakarak. "Rahatsız olmazsan eve taşısın seni."
Ona bir cevap veremeden cebimdeki telefon titrediğinde elimi cebime atarak hastane kıyafetimin cebinden telefonu çıkardım. Kalbim titredi ve beni saran kollarını hissetmişçesine ürperdim.
Gönderen: Sadece Hazer ♡
Kerem'e söyle, seni tekrar yanıma getirsin. Lütfen...
"Ne oluyor?"
Ben daha mesajın duygu yoğunluğundan çıkamadan Gazel'in sesini duydum ve onun bu şaşkınlığını bir bağırtı takip ettiğinde ne olduğunu anlamak için kafamı dışarı uzattım. İşler daha güzel bir yöne değil, kötüye gidiyordu işte. Behram’la Galip evimizin bahçesindeydi ve Behram, Galip'i yere yatırmış, elleriyle onun yakasından kavramıştı. İkisi de öfkeden kaynayan gözlerle birbirine bakarken hayalleri başına yıkılan tek kişinin kendim olmadığını düşündüm.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...